Allah'ın varlığı
"O bir şey yaratmak isterse ol der ve o da olur." Bu yaratma eylemi inançsızlara göre son derece ütopik ve imkansızdır. Hâlbuki insan da aynı yeteneğe sahiptir. İnsan bir şey var etmek istediği zaman hayalinde onun olması için beynine bir sinyal gönderir. Bu "ol" kelimesinin enerji, elektrik anlamında vücut bulmuş bir hali gibi düşünülebilir. Snapslar arasında birden bir ışık patlar ve elektrik sinyali diğer Snapslar son derece yüksek bir hızla dolaşarak yeni bir düşünce formu üretir. Oluşan şekil hayalde tüm detayları ile görüntülenebilmektedir. Yani insan da bu şekilde yoktan var eder. Yaratır. Allah elbette yerde ve gökte sistemin bozulmaması için insanoğlundaki bu yaratma işini hayal gücü ile sınırlı tutmuş, insanın kendisini yani Yaratıcıyı ve evrenini anlamak için küçük bir model olarak vermiştir.
Beyindeki hayal evreni aynı gerçek evren gibi sonsuz ve karanlıktır. İnsanın zatı o karanlık içinde ruhunu temsil eden enerji bütünü olarak süzülür. Allah katında her şeyin sınırsız olduğunu ve dilediğini kolayca nasıl yarattığını hep bilmek istemişizdir. Hayal gücümüzde varlıklara bilinç verdiğimizde onlarda 3 boyutlu olmanın, gerçek bir varlığa sahip olmanın, o evrendeki her varlığın var olmak için bize muhtaç olduğunun ne anlama geleceğini bilmek isteyeceklerdir. İnsanoğlunun yaratma gücü hayal gücünde bile olsa Yaratıcı'nın kontrol ve izni ile gerçekleşir. Ama yaratan insandır. Kısıtlı da olsa yaratma gücüne sahip bir varlık yaratmak, yaratmanın en mükemmel örneğidir. Allah'ın gücünün bir yansımasıdır. Bilim adamları beynin bu işi nasıl gerçekleştirdiğini hala çözebilmiş değil. Çözmesi de bu durumu değiştirmeyecek.
Bir örnek verelim;
Hayalimizde bir dünya yaratalım. Ve içine birçok insan grubu yerleştirelim. Biz güneş koyana kadar karanlıkta oturacaklar. Ve nerede olduklarını, neden var edildiklerini düşünecekler. Çünkü onları biz yarattık ve bizim düşünce yapımızın bir sonucu yansıması olacaklar. İnsan da bu şekilde Yaratıcı'nın üstün sanatının en gözde ürünü olarak Yaratıcı'nın ruhundan en fazla özelliği taşıyan varlıklardan biridir. Hiç bir sanat ürünü sanatçısını sahip olmadığı bir güç ve özelliği üzerinde barındıramaz. Bu nedenle insan da ne varsa Yaratıcı'da da o en azından o vardır. Hayalimizde ol isteği ile yoktan kolayca var ettiğimiz varlıklara son derece güzel bir şekil verelim ve onların bizi bulmasını isteyelim. Önce haberciler gönderebiliriz ama içlerinden birisini seçip konuşmamız ya da ona bilgiyi dorudan yüklememiz gerekiyor. İçlerinden bize en yakın sıcak ve samimi geleni huzurumuza çağıralım...
Peki bu hayal evreninin hükümdarı biz olduğumuza göre ve yarattığımız insanlara gücümüzü, güzelliğimizi ve cömertliğimizi göstermek istiyorsak onu biraz süslemeli ve kendimizi zamanı geldiğinde göstermeliyiz.. Ama biz 3 boyutlu ve bambaşka bir varlık türüne sahibiz. Biz gerçeğiz onlar yalan... yok... Peki, onlar bizi nasıl görebilecekler? Dilersek yüzümüzü gökte onlara gösterebiliriz ya da kendimize muhteşem bir ışık saçan ve her bakanı mahfeden bir özellik vererek dünyaya inebilir her yeri kasıp kavurabiliriz. Burada benliğimiz ne isterse oyuz.
Dikkat ettiniz mi? Yaratıcının özellikleri ile ve Kuran'daki anlatımlarla birebir örtüşüyor, hayal evrenimizdeki örnek model.
- Yaratıcı evrende her yerdedir. Biz de hayalimizde yarattığımız evrende her yerdeyiz.
- Yaratıcıdan habersiz hiçbir şey olamaz. Hayalimizdeki varlıklar da bizden habersiz hiçbir şey yapamaz.
- Yaratıcı zamandan münezzehtir. Biz de hayalimizdeki varlıklara göre zamandan üstünüz ve zamanı dilediğimiz gibi onlar için kısaltıp uzatabiliriz.
- Yaratıcı doğurmadı ve doğrulmadı. Biz de o evren de hiçbir şey doğurmadık ve o dünyada doğmadık.
- Yaratıcı insana ruhundan üfledi; Biz bizi tastamam anlayabilecek bir insan var edince ona ruhumuzun kısmen bir kopyasını nakşettik. Çünkü bizi bilsin sevip saygı duysun istiyorduk. Dolayısıyla Yaratıcı insana kendi ruhundan üfledi, söz hayalimizde gerçek oldu ve biz de o insana ruhumuzdan üfledik, kopyaladık. Böylece bizi anlayabildi.
- Yaratıcı mutlak güç sahibidir ve kimseye muhtaç değildir. Biz de hayalimizdeki evrende aynen böyleyiz.
- Yaratıcının evreninde her şey enerjidir, madde dahi enerjinin yoğunlaşarak insan, güzel tarafından algılanan bir biçime ulaşması ile enerjinin farklı bir halini temsil eder. Hayal gücümüzde de durum aynen böyledir. Hayalleri oluşturan beyindeki elektriksel faaliyetlerde enerjiden ibarettir. Enerji şekil ve seslere dönüşür.
Peki, Yaratıcının arşa istiva etmesi yani yerleşmesi, zaman zaman hadislerde belirtildiği gibi göğün katlarına inmesi, kâinatı kuşatması ve melekler saf saf olunca dünyaya gelmesi gibi şeyler ne anlama gelir.
Biz hayalimizdeki evrenin maliki olarak kendimize beyin katmanları arasında emirlerin ilk ortaya çıktığı enerji bütünü içerisindeki yeri arşımız olarak tayin edebiliriz. Burası özbenliğimizden yani ruhumuzdan gelen isteklerin elektriğe dönüşüp snapslar arasında yeni bir bağ oluşmaya başladığı yerdir. Burada elektrik büyük bir güçle patlar ve snapslar arasında hızla ilerler ve son şeklini alır. Her yeni düşünce yeni bağlar oluşturur ve bir ağaç gibi her birinin beyindeki haritası farklıdır. Beyinde patlayan düşünce enerjisi ilerledikçe değerini azaltır ve varlıklarımız için atlanılabilir bir seviyeye iner. Görüntü, ses ve şekillere dönüşür.
Bu durum yaptığınız her şeyi Allah yaratmaktadır ayeti ile çelişmez. Çünkü insan hayalinde bir şey yapmış sayılmaz. Hepsi birer yoktur... İnsanın gerçek dünyada var ettiği şeyleri yaratma gücü yoktur. Onları insan için Allah yaratır. İnsanın çayını karıştırması için bile milyonlarca biyo-yazılımın hesap yapması, milyonlarca cismin ve sonsuz molekülün belli kurallarla hareket ederek bir ahenkli düzen ortaya koyması gerekir. Bunu insan asla kendi başına yapacak güçte değildir. Bir sistem kurucu onun için bunu var etmiş ve yaratmıştır. Aynı hayalimizdeki varlıkların aslında hiç bir güçleri ve iradeleri olmamaları gibi insanoğlu da Yaratıcı karşısında aciz ve mahkûmdur.
İnsan bilincinde yarattığı varlıkları uzun süre hayal edemez ve onlara bilinç veremez. Eğer verseydi sürekli hayalindeki evrenle uğraşır ve asıl uğraşması gereken Yaratıcı'yı unuturdu. Yaratıcı insan bu sanal yaratma gücünü sadece kendisini anlaması ve yeryüzündeki hilafetine zemin hazırlaması amacıyla vermişti. Yaratıcı nedir? Ben neden varım sorusunun cevabı olarak vermişti...
Hayalimizde yarattığımız doğa gezegenler ve hayvanların bizim yanımızda çok önemi yoktu. Sadece hayal gücümüzü kabiliyetimizi gösteren minik örneklerdi. Fakat bizim gibi düşünebilen, sevebilen ve bizi keşfedebilecek, bu uğurda savaşları ölümü ve şiir gibi bir yaşamı, türlü işkenceleri göze alabilecek özgür bilinçler var edebilmek.. işte bu muhteşemdi. Yaratıcının insana olan aşkının bir ürünü olarak insan da insana âşık oldu. Yani güzel ve üstün olanın kendisine hayranlığı ve saygısı onu mutlu etti.
Bizler Yaratıcı'nın hayal dünyasında yaşayan ve aslında gerçek olmayan varlıklarız. Tüm evren yani büyük patlama ile oluşan büyük enerji saçılımı, bir insan beynindeki düşünce oluşum sürecine çok benziyor. Beyinde de güçlü bir fikir aniden oluşup yaratıcı sürece girdiğinde bir snapsta başlayan elektriksel enerji saçılımı tüm beyne yayılıyor...
"Nereye bakarsanız bakın Allah'ın yüzünü görürsünüz" ayetinin manası da böylece daha iyi anlaşılmış olur. Yüz bir insanın gözlerinin, varlıkla iletişime geçtiği ağzının ve algılarının çoğunun bulunduğu bölümdür. Yaratıcı'nın yüzü bu durumda evrenin tamamı olmalıdır. Yani beynimizdeki düşünsel elektriksel ağın tamamı gibi. Her yerde onun gözleri, kulakları ve dili. Bizimle dilerse olaylarla konuşur dilerse kelimelerle... Dilerse kalbimize doğrudan bir bilgiyi aracısız öğreterek.
Bu sonsuz hayal evreni içinde bizim için büyük ve küçüğün hiçbir farkı yoktur. Sonsuz küçük ile sonsuz büyük arasında...
Elbette Yaratıcı'nın ruhu kadar mükemmel sistemler hayal edemeyiz ve kısa süreli hayaller yaratabiliriz. Bu da insan ruhunun Yaratıcı'nın ruhundan sadece bir esinti olduğunu gösterir. "İnsana ruhumdan üfledim" ayeti bu durumu ne kadar güzel anlatıyor. Yani ruhunu vermiyor fakat ruhunun özelliklerini anlayıp hayalen de olsa uluhiyeti tadabilmesi ve bu şekilde Rabbini bilebilmesi için bir yol sunuyor. Kendini bilmek...
Bir düşünce evreninde iki farklı mutlak güce sahip benliğin olması o evrenin çöküşünü getirir. Hayal evrenimize yani düşüncelerimize birisi girip müdahale etmeye çalışsa nolur? Elbette onu dışarı atmaya ve orada onu yok etmeye çalışırız. Çünkü hayalimizde o bir şey isteyecek biz istemeyeceğiz, biz isteyeceğiz o istemeyecek. Varlıklarımız bize tapmak ya da sevmek yerine onu sevecekler... Bu durum benlik açısından kabul edilemez. Bu nedenle güzel işleyen bir kâinat sisteminde de sadece tek Yaratıcının ve hayal edici gücün var olduğunu anlamak çok kolaydır. Asla hiçbir insan, evreninde ortak ya da yardımcı istemez. Hep tek ve erişilemez güç olmayı tercih edecektir.
Kuran'da mesela Yaratıcı için arşa oturdu, yeri yarattıktan sonra göğe yöneldi gibi ifadeleri nasıl yorumlamak lazım? Bildiğiniz gibi beyinde düşünsel faaliyetlerin türüne göre beynin değişik kısımları daha aktif olur ve bu da bir takım aygıtlarla ölçülebilir. İnsandaki dikkat yani iç gözün, ya da bilincin nereye doğru yoğunlaşıp kaydığını izlemek dahi mümkündür. Allah'ın da evreni oluşturan enerjiden ibaret düşünce sistemi içindeki yaratıcı enerjisini ya da gözleri ve ellerini temsil eden enerjileri dolaştırması Yaratıcı'nın göğe yönelmesi gibi düşünülebilir. Yani insan hayalinde bir gezegen yaratır sonra bilincini bir güneş yaratmak için uzaya yönlendirir. Ama her şeyle irtibat halinde olmaya ve her şeyi bilip hükmetmeye devam eder. Zamanın ve mekânın içine girmiştir ama onu kendi kontrolünde tutmakta ve özbenlik olarak daima onlardan üstte yer almaktadır.
Öyleyse bu örnekle aynı zamanda Kuranda ve kutsal kitaplarda hadislerde geçen, hem zaman, hem şekilden ve mekândan münezzeh olup, hem de dilediğinde kendini dilediği şekilde gösterebilecek olmanın nasıl olabileceği daha iyi anlaşılmıştır umarım. Bu yönüyle insan Yaratıcının suretinde yaratıldı cümlesi de soyut manada doğru olarak algılanabilir. Ancak Kuran'da geçen ruhundan esinti ve rüzgâr ile ifade edilesi en mükemmel ve açık ifadesidir.
İnsan hayalinde yarattığı varlıklardan başka hiçbir şeyin olmadığı bir evrende yaşadığını düşünmeli ve o yarattıkları kendisine nasıl yaklaşmasını istiyorsa Rabbine öyle yaklaşmalıdır. Çünkü Yaratıcı'nın durumu budur...
Çoban dahi görebildi ki bu şekilde; Yaratıcı ressam, insan ruhuna kendi ruhunu ve evreni işlemiş. Kendini seyreyleyen özünde Rabbini seyreylemiş.
İçinde kendisine sadece sıkıntı ve yük veren, diyar diyar gezdirip çalıştıran, hükmetme, değerli olma, saygı görme ve aşk, sonsuza dek var olabilme arzusu için neden insanoğlunun çırpınıp durduğunu daha iyi anlamış. Sadece bu bilgi ile dahi nasıl inanması ve yaşaması gerektiğini bilmiş.
"Onlara ayetlerimizi ufuklarda ve öz benliklerinin içinde göstereceğiz. Ta ki, onun hak olduğu kendilerine ayan-beyan belli olsun. Kendisinin her şey üzerinde bir tanık oluşu, senin Rabbine yetmez mi?" (Fussilet 53.ayet.)
Böylece insan özbenliğinde Rabbini nasıl görebileceğini evren, insanlar ve Yaratıcı arasındaki ilişkinin aslında kendi içinde görebileceği bir model-simulasyon bulunduğunu daha iyi anlayabildi. Bu düşüncenin bilinmeye ve yayılmaya başlaması ayetin kendini gerçekleştirmesi olarak görülebilir mi?
Ufuklara baktığımızda artık Yaratıcı'nın bir enerjiden ibaret olan benliğini ve hayallerini hatta düşüncelerini görebilmek dahi mümkün.
Varın ispatı, yokun ispatından her zaman daha kolaydır. Bir elma cinsinin yeryüzünde bulunduğunu, bir tek elmayı göstermekle ispat edebiliriz. Halbuki yokluğunu iddia eden kimse bütün yeryüzünü, hatta kainatı dolaşıp, ancak ondan sonra onun yokluğunu ispat edebilir. Bu ise, imkansızlık çapında bir zorluk demektir. Öyleyse diyebiliriz ki; yok, hiçbir zaman ispat edilemez...
Bir sarayın kapılarından 999'u açık, biri kapalı olsa, kimse o saraya girilemeyeceğini iddia edemez. İşte inkarcı, devamlı surette kapalı olan o bir tek kapıyı nazara verip onu göstermek ister. Aslında o kapı da, o inkarcı ve onun gibi olanların gözlerine çekilmiş perde sebebiyle onların ruh dünyalarına kapalıdır. Mümin için kapalı kapı yoktur. Yeter ki gözlerini yummasın!... Zaten 999'u herkese açıktır. Hem de ardına kadar...
İşte o kapı ve delillerden birkaçı :
İmkân Delili: İmkân, birşeyin olması ile olmamasının eşit ihtimale sahip olması demektir. Günlük konuşmalarımızda da mümkün derken olabilir de olmayabilir de manasını kast ederiz. Yaratılmış olan her varlık bize şu gerçeği haykırır: Benim olmamla olmamam eşit idi. Şu an ben varsam, var olmamı yoklukta kalmama tercih eden biri var demektir. O ise ancak Allahtır.
Hudus delili: Hudus, sonradan olma demektir. Hudusun en büyük delili değişmedir. Bir varlıkta değişme varsa, bu hareketin bir ilk noktası olacaktır. İşte o noktadan önce o şey varlık sahasına çıkmamıştı. Henüz yoklukta iken var olmayı kendi kendine irade edemeyeceğine ve buna güç yetiremeyeceğine göre bu var oluş Allah’ın yaratmasıyla gerçekleşmiş demektir. Maddenin termodinamik kanununa göre sürekli yokluğa doğru kayması, kainatın durmadan genişlemesi, güneşin süratle tükenişe doğru yol alması gibi hadiseler, bu varlık aleminin bir başlangıcı olduğunu gösteriyor.
San'at: Atomdan insana, hücreden galaksilere kadar bütün kainatta, ince ve baş döndürücü bir sanat göze çarpmaktadır. Evet, bir baştan bir başa kainattaki her eser şu özelliklere sahiptir:
• Büyük sanat değeri taşır.
• Çok kıymetlidir.
• Çok kısa zamanda ve çok kolay yapılmaktadır.
• Çok sayıda olmaktadır.
• Karışık ve çeşit çeşittir.
• Devamlıdır.
Halbuki, kısa zamanda, çok sayıda, kolay ve karışık yapılan işlerde san'at ve kıymet olmaması gerekir. Ancak yapan Allah (c.c.) olursa, o zaman her şey değişir ve zıtlar bir araya gelebilir!..
Devir ve Teselsülün Muhal olması: Devrin muhal olduğu şu misalle açıklanıyor. Bir yumurtayı tavuğun yaptığını iddia eden adama soruyorsunuz. Tavuğu kim yaptı? Buna karşılık onun çıktığı yumurtayı gösteriyor. Buna göre tavuğu aradan çıkardığımızda yumurta yumurtayı yapmış oluyor. Bu ise muhaldir. Teselsül ise bir şeyin silsile halinde ta ilk noktasına kadar gidip o ilk varlığı kimin yaptığını sormak suretiyle Allah’ın varlığını ispat metodudur. Yani bu meyveyi şu ağaç yaptı, o bir önceki meyveden oldu, o da bir önceki ağaçtan. Böylece ilk ağaca yahut ilk meyveye kadar varıyor ve soruyoruz : Bunu kim yarattı diye .
Kur'an yolu devir ve teselsülden çok farklıdır. Yumurtayı kim yaptı? Yahut meyveyi kim yaptı? sorusunun cevabı, doğrudan doğruya, “Allah yarattı” diye cevap verilir. İlim, irade, şefkat, merhamet kavramlarından bir nasibi olmayan, insanı tanımayan, hikmetten, sanattan anlamayan bu sebeplerin (tavuğun ve ağacın) sonucun yaratılmasında hiçbir tesirleri olmadığı ispat edilir. Böylece devir yahut teselsül deliline gerek duyulmaz.
Hikmet ve gaye delili: Her varlıkta kendisine mahsus bir gaye, bir maksat, bir fayda takip edildiği göze çarpmakta ve hiçbir şeyde gayesizlik, manasızlık ve israf sayılacak herhangi bir durum müşahede edilmemektedir. Hâlbuki, ne madde aleminde, ne bitki ve hayvanat dünyasında, ne de eşya ve hadiselerde şuur ve idrak mevcut değildir ki, bu gayeler silsilesi takip edilebilsin. Öyle ise, kainattaki bu şuurlu işleyişi ve bu hikmet ve gayeleri ancak Allaha isnat etmekle makul bir yol tutmuş olabiliriz.
Yardımlaşma delili: Yağmurun toprağın imdadına, güneşin gözlerin yardımına koşmalarından, ta havanın kanı temizlemesine kadar, bu alem bir yardımlaşma hareketiyle adeta dolup taşmaktadır. Bu yardımlaşmayı yapan taraflar birbirlerini tanımamakta, bilmemektedirler Öyle ise bu merhametli icraatı sebeplere vermek mümkün değildir.
Temizlik: Kainattaki nezafet ve temizlik, başlı başına bir delil olarak, bize Kuddüs ismiyle müsemma bir Zat'ı (c.c.) anlatmaktadır. Toprağı temizleyen bakteriler, böcekler, karıncalar ve nice yırtıcı kuşlar; rüzgar, yağmur ve kar; denizlerde buzullar ve balıklar; gezegenimizde atmosfer, uzayda kara delikler; bünyemizde kanımızı temizleyen oksijen ve ruhumuzu sıkıntılardan kurtaran manevi esintiler, hep Kuddüs isminden haber vermekte ve o ismin verasındaki Zat-ı Mukaddes'i göstermektedir.
Simalar: Herhangi bir insanın siması, en ince teferruatına kadar kendisinden evvel geçmiş milyarlarca insandan hiçbirisine birebir benzememektedir. Bu kaide, kendisinden sonra gelecekler için de aynen geçerlidir. Bir cihette birbirinin aynı, diğer cihette birbirinden ayrı milyarlarca resmi küçücük bir alanda çizip, sonra da kendileri gibi olması mümkün, milyarlarca resimden ayırmak ve her şeyi sonsuz ihtimal yolları içinde bir yola ve bir şekle sokmak, elbette ve elbette yarattığı her varlığı, hem de hiç kapalı bir yanı kalmamak üzere bilen ve o varlığa istediği şekli vermeye gücü ve ilmi yeten Cenab-ı Hakk'ı en sağır kulaklara dahi duyuracak kuvvette bir ilandır.
Fıtrat ve Vicdan Delili: Allahı tanımanın sayılamayacak kadar çok delil ve işaretleri insanın yaratılışında, fıtratında mevcuttur. Bunlardan birkaç örnek: İnsan fıtratı ve vicdanı her nimetin mutlaka şükür istediğini bilir. Bir peygambere kavuşmuş ve hidayete ermişse şükrünü Allaha yapar. Aksi halde batıl mâbutlara tapar. Bu tapma insan vicdanın insanı zorlamasıyla gerçekleşir. Güzelliği takdir hissi de insan fıtratında mevcuttur. Sergiler, fuarlar bu his ile gerçekleşir. İnsan bu yaratılışının gereği olarak, şu sema yüzünde sergilenen yıldızları, zemin yüzünde boy gösteren çiçekleri, ağaçları, ormanları dolduran ceylanları, aslanları, denizlerde kaynaşan balıkları seyretmek ve onlardaki İlâhî sanatın mükemmelliğini takdir etmek durumundadır.
Tarih: Dinler tarihi şahittir ki, insanlık hiçbir devrini dinsiz geçirmemiştir. Batıl, hatta gülünç dahi olsa, hemen her devirde bir dine inanmış ve bir manevi sistemi takip etmiştir. İnsan fıtratına inanma duygusunu Allah koymuştur ve insan O’na (Allah’a) inanmakla mükelleftir.
Kur'an: Kur'an-ı Kerim'in Kelamullah olduğunu ispat eden bütün deliller, aynı zamanda Cenab-ı Hakk'ın varlığını da ispat eder durumdadır. Kur'an'ın Allah kelamı olduğuna dair yüzlerce delil vardır. Bunlar, Kur’an ile alakalı İslam kaynaklarında en ince teferruatına kadar mevcuttur. Bütün bu deliller, kendilerine mahsus dilleriyle "Allah vardır" derler.
Peygamberler: Peygamberlerin ve bilhassa Peygamberler Efendisi İki Cihan Serveri'nin (a.s.m) peygamberliğini ispat eden bütün deliller de, yine Cenab-ı Hakk'ı anlatan delillere dahil edilmelidir. Zira Peygamberlerin varlıklarının gayesi, Tevhid; yani Allah'ın varlık ve birliğini ilan etmektir. Öyleyse, her peygamberin kendi peygamberliğini ispat eden bütün delilleri, aynı zamanda, Cenab-ı Hakk'ın varlığına da delil olmaktadır. Bir peygamberin hak nebi olduğunu ifade eden bütün deliller, aynı kuvvetle, hatta daha da öte bir kuvvetle "Allah vardır ve birdir" demektedir.